Komşu ve Çevre Ülkeler Uygulama ve Araştırma Merkezi ve İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi tarafından düzenlenen Çokkültürlülük, Göç Halleri ve Önyargı konulu sempozyum 17 Nisan 2018’ de İstanbul Ticaret Üniversitesinde gerçekleşti. Farklı üniversitelerden gelen öğretim görevlileri ve öğrencilerin aktif bir şekilde katıldığı bu inisiatifin konuşmacıları da çokkültürlüğe uygun bir şekilde belirlenmişti. Konuşmacılar arasında Paris 5 üniversitesinden Prof. Dr. Jan Spurk, Paris Saclay üniversitesinden Doç. Dr. Vasoodeven Vuddamalay, İstanbul üniversitesinden Doç. Dr. Ş. Ertan Kardeş ve İstanbul Ticaret Üniversitesinden Dr. Öğr.Üyesi Mustafa Poyraz’ın bulunduğu sempozyumu Prof. Dr. A. Korkut Tuna yönetti.
Rektör yardımcısı Prof. Dr. Yücel Oğurlu’nun bilimsel çalışmanın ve bilimsel düşüncenin öneminin altını çizen açılış konuşmasının ardından ilk sözü Doç. Dr. M. Ertan Kardeş aldı. Bir politik felsefeci olarak çokkültürlülük üzerine durmaktan ziyade (hatta “çokkültürlü bir politik yaşam mümkün müdür?” sorusunu da sormadan) çokkültürlü bir dünya deneyimini koşul olarak ortadan kaldıran politik ve toplumsal temsiller ve eylemler üzerinde duracağının altını çizerek konuya giren Kardeş, konuşmasını insan avları ve kıyımlar üzerine yoğunlaştırdı. Bu tabirlerin Ortaçağ’ı hatırlattığının farkında olduğunu ancak sözkonusu olanın bugünkü çağdaş dünyada devam eden kıyımlar olduğunu özellikle hatırlattı. Sunumda esas olarak amaçlanan şeyin, toplumdaki öznelleşmiş nefretlerin nasıl kitlesel bir pratiğe dönüştüğünü anlamak olduğunu özellikle vurgulayan konuşmacı, bu doğrultuda Kral Nemrut, dışlanma, kitlesel linç ve intikam hakkı gibi figürler etrafında kıyım mantığının dönüştürülemez bir şiddet olduğunun altını çizdi. Sunumun son bölümünde ise bu dönüştürülemez şiddetlere karşı çıkış yolları konusu ele alındı.
İkinci olarak söz alan Prof.Dr. Jan Spurk, konuşmasında öncelikli olarak « göç » (immigration) kavramının anlamı hakkında bir tartışma başlattı. Spurk’a göre insanoğlu yüzyıllar boyunca sürekli olarak hareket etmiş ve bu hareketlilik sonucunda karşılaştığı başka toplumlar tarafından « yabancı » (Simmel) olarak tanımlanmıştı. Bu bakış insan hareketlerinin ardındaki öznellikleri anlamlandırmaya çalışan bir bakıştı. Bugün ise « göç » kavramı çoğunlukla göç etme eyleminin kendisine yani harekete referans verirken, öznelliklere, dünya görüşlerine, niyetlere ve eylem sebeplerine daha az vurgu yapmakta ve bu da « göç » kelimesinin kendisi ve dolayısıyla içinde yaşadığımız dünya üzerine yeniden düşünmeyi gerektirmektedir.
Spurk aynı zamanda göç araştırmalarında önemli bir konu olan « önyargı » konusu üzerinde durmuş ve temel meselenin önyargıların nasıl ortadan kaldırılabileceği sorusu olmanın ötesinde, önyargıların neden var olduğu üzerine düşünmek olduğunu vurgulamıştır. Ona göre önyargılar ister olumlu ister olumsuz olsunlar, her şeyden önce toplumsal düzenin aynı kalmasına hizmet etmektedirler. Diğer bir deyişle önyargıların varlığı, var olan toplumsal düzenin dönüşmesi ve aşılması yönünde engel teşkil eder. Bu sebeple önyargının bu işlevini anlamak çok kültürlülük üzerine düşüncenin önemli bir adımıdır.
Üçüncü olarak söz alan İstanbul Ticaret Üniversitesi hocalarından Öğretim Üyesi Dr. Mustafa Poyraz da farklı kültürler arasındaki etkileşim ve geçişgenlik süreçlerini irdeleyerek başka kültürlerle etkileşim içerisinde olmanın kişiyi ne yönde ve nereye kadar etkilediği sorunu üzerinde yoğunlaştı. Abdelmalek Sayad’ın göçmenin durumunu izah ederken ısrarla üzerinde durduğu “her iki tarafta da var olmama hali” tespitini de dikkate alarak, farklı kültürel ortamlarda sosyalleşmenin kişinin kimliksel oluşumunu nasıl etkilediği konusu tartışmaya açıldı. Poyraz’a göre, başka bir kültürel mekânda uzun süre hayatını yeniden kurmak durumunda kalan birey, iki yönlü, adı konulmamış sessiz bir var alma savaşına girişir. Her iki tarafta da kaybetme ihtimali olsa da, göçmen her iki tarafta da kazanma mücadelesi verir. İki kültürün arasında kalmaktan ziyade, iki kültürden de beslenebilir, böylece, aleyhine olduğu düşünülen bir durum tamamıyla tersine çevirilebilir. Kültürel çatışmadan ziyade kültürel inşadan bahsedebiliriz.
Kişiler için geçerli olabilecek bu tespit, bir arada, yan yana yaşayan farklı kültürel gruplar için de geçerli olabilir. Bu noktada Poyraz, Edgar Morin’in kültür üzerine söylediği kapalılık ve açıklık meselesinin belli ipuçları verebileceğinin altını çizdi. Morin için kültür, eğer birey veya grup kendi kabuğunun dışına çıkmayı başaramazsa, bir sığınma yeri olarak kalabilir, hatta bunun da ötesinde, birey veya grup başka grup ve bireyleri düşman olarak görmeye kadar götürebilir işi. Aynı zamanda kültür başkalarıyla ilişki kurmaya, onlardan etkilenmeye ve onları etkilemeye kapı da açabilir. Farklı kültürlerin bir arada bulunduğu durumlarda bu kapıların önemi oldukça büyüktür. Çünkü kültürler arasındaki geçirgenlik bu kapılar aracılığıyla gerçekleşir. Burada önemli olan kültürler arası bağlantıların çoklaştırılması, içine kapanmaya uygun mekânların dönüştürülmesidir.
“Sosyal bilimler alanında etnisite ve kültürlerarası sorunlar üzerine tartışmalar : Paris, Londra ve Mauritius adalarındaki etnik gruplaşmalarının analizi” başlıklı bir konuşma yapan Vasoodeven Vuddalamay, 1980 yıllarından itibaren göçmenlerin ve mültecilerin sayılarının hızla çoğalmasının, ABD’de, Avrupa’da ve birçok Güney ülkelerinde bu konu üzerindeki tartışmaları hızlandırdığının altını çizerek konuya girdi. Yapılan alan çalışmalarının kurumlardan, bakanlıklardan veya üniversitelerden gelen taleplere cevap bulmaya çalıştığının altını çizen konuşmacı, göçmenler ve mültecilerin büyük bir çoğunluğunun eskiden Avrupa’nın sömürgesi durumunda olan ülkelerdeki politik veya klimatik sorunlardan etkilendiğini belirtti. Avrupa’da popülizmin yükselişi ile araştırmaların hızlanması arasında ki bağlantıya işaret eden Vuddamalay, 20. Yüzyılın başlarında, birinci kuşağa ait araştırmacıların etnisite, kültürlerarası ilişki veya çokkültürlülük ve Komünotarism kavramları üzerinde çalıştıklarını vurgulayarak kendi araştırmalarının da Fransa Cumhuriyeti bağlamında ortaya çıkan etnisite ve fikirlerin uluslararası planda dolaşımı etrafında yoğunlaştığını vurguladı. M. De Certeau nun da zamanında altını çizdiği bu konuyu Fransa’nın siyasal elitleri görmezden geldiler. Konuşmacı ayrıca birçok Fransız coğrafya araştırmacısının bu konuya etnisite kavramının babası olan Oslo üniversitesinden Frederik Barth’dan daha önce el attıklarını hatırlattı. Asimilasyona dayanan Fransız modeliyle çokkültürlülüğü savunan Mauritius adası modelinin karşılaştırılmasının bu konudaki tartışmaları bir adım daha ileriye götürebileceğine işaret eden Vuddamalay, Doğu ve Batıyı birbirine bağlayan jeopolitik durumu itibarıyla İstanbul’un bugün dünya çapında yürütülen bu tartışmaların en önemli bir kavşağı olduğunu ve bu anlamda İstanbul Ticaret Üniversitesinin Çokkültürlülük sempozyumunun ayrı bir önem arzettiğini vurguladı.